Ünlü Türk yazar Nâzım Hikmet’in Sovyet lider Stalin için yazdığı “Hatırlıyorum” adlı şiir ilk kez Türkçe olarak yayımlandı.
Nazım Hikmet, 1953 yılında Stalin için “Hatırlıyorum” adlı bir şiir kaleme almıştı.
Rus arşivlerinde çalışma yürüten İstanbul Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nden Dr. Mehmet Perinçek, “Toplumsal Tarih” adlı dergideki makalesinde bu şiire yer verdi.
Stalin’in öldüğü 5 Mart 1953 tarihinden 5 gün sonra Edebiyat Gazetesi’nde (Literaturnaya Gazeta) yayımlanan şiir, Rusça “Vspominayu” adıyla yer almıştı. Şiir ayrıca, Stalin’in ölümü üzerine yazılmış şiirlerden derlenen “Stalin v Serdtse” (Kalpteki Stalin) başlıklı kitapta da yer almıştı.
Dr. Perinçek’in makalesinde verdiği bilgilere göre, şiir Nâzım Hikmet tarafından gözden geçirilerek bazı ekler yapıldı ve bazı ifadeler değiştirildi. Ayrıca bazı dizeler de birleştirilerek, bir bölümü de ayrıldı. Sovyetler Birliği’nde yaşayan Nâzım Hikmet’in Stalin’in ölümü üzerine iki farklı şiir yazdığı bilgisi de paylaşılıyor.
İşte o şiir;
Hatırlıyorum.
On sekiz yaşımdayım.
Anadolu’dayım.
Anadolu savaşmakta.
Yol boyunca gidiyoruz.
Sıcak. Gölge yok.
Diyor ki yol arkadaşım
köylü Mehmed:
“Yakında acılarımız dinecek,
Bolşevikler yardım ediyor bize,
Lenin ve Stalin.
Dökeceğiz
gavuru denize.”
Hatırlıyorum.
Moskova’dayım.
Okumaya gelmişim
üniversiteye,
onun adını taşıyan.
O gelir,
otururdu bizimle…
Getirmişti belki de postallarında
Tsaritsın çarpışmalarının tozunu.
Bu ceketti belki de üstündeki
Petrograd’ı kurtardığında.
…Aklımda
kapkara bıyıkları,
sakin, dikkatli bakışı.
Nasıl da cesur ve genç!
Öğretmenimiz,
arkadaşımız,
geliyor,
avuçlarının içinde taşıyarak
Lenin’in ellerinin sıcaklığını.
Hatırlıyorum.
Kızıl Meydan. Kar.
Bin dokuz yüz yirmi dört yılı.
Bir adam asker kaputlu
omuzlamış Lenin’in tabutunu.
Hatırlıyorum bu kayalaşmış suratı.
Beyazlaşmış gibi şakakları.
Kardan olabilir mi?
Hayır. Ayrılıktan.
Tuttuğu yastan.
Hatırlıyorum.
İstanbul’dayım.
Matbaada.
Gece.
Basıyoruz anayasayı.
Dizgicinin parmakları
türkü söyler gibi.
Ertesi gün sabah
Türkiye’nin binlerce insanı
okuyor bu satırları.
Ve artık onlar için,
Reklamdan sonra devam ediyor
gün daha aydınlık,
denizin enginliği daha mavi
ve bir gün
onların topraklarında da
yaşanacak
böylesi bir bayram.
Hatırlıyorum.
Bursa’dayım. Hapishanede.
(Gelmiyor aklıma,
hangi seneydi)
Yoldaşlar göndermişti onun portresini,
bir Fransız gazetesinden kesilmiş.
O, ulaştı bana kadar.
Buldu yolunu.
Parmaklıkların ve duvarların arasından
sızdı.
Beyaz üniforması üstünde,
yıldızlarıyla göğsünde,
gülümsüyordu başkomutan.
Belli ki çekilmişti bu fotoğraf,
gri kubbesinde
Reichstag’ın
belirdikten sonra
üç Sovyet askeri
ellerinde
askerî
kızıl sancakları ile.
Ve bir kez daha,
Volga’da,
birkaç sene sonra,
Stahanovcu şoför Tasya’nın kabininde
gördüm
portrenin birebir aynısını;
o, devam ediyordu gülümsemeye.
Kısa bir süre önce de
Pekin’deyken,
biz, kongre delegeleri,
gördük
onun son fotoğrafını
XIX. Kongre’nin kürsüsünde.
Duruyordu yanımda –
kolsuz Koreli bir asker,
Fransız bir dizgici
ve Hintli bir şair.
Dedim ki:
“Babamız genç!”
“Gördüm onu Moskova’da, – dedi Fransız, –
delikanlı gibi çıkıyordu merdivenleri!”
Ardından mahcup bir şekilde dedi ki
genç Koreli asker:
“O,
insanlığın hayali.
Hayal dediğin
yaşlanır mı hiç?”
Hintliyse dedi ki:
“O, komünizm gibi
ülkesinin çoktandır yol aldığı;
ve komünizm
sonsuz hayattır,
sonsuz gençliktir,
sonsuz bahardır.”